Toplumun Devleri Arasında: Sultan Kösen, Kimlik ve Sosyal Eşitsizlik Üzerine Bir Bakış
Bir forumun samimi köşesinde, bir kullanıcı şöyle yazmıştı:
“Dünyanın en uzun insanı olarak bilinen Sultan Kösen Türk mü? Ve eğer öyleyse, onun hikâyesi bize toplumun farklı olan bireylere yaklaşımını nasıl anlatıyor?”
Bu soru sadece bir merak değil; aslında kimlik, görünürlük ve eşitsizlik üzerine derin bir tartışmanın kapısını aralıyor.
Kimlik ve Temsiliyet: Bir Bedenin Toplumsal Anlamı
Sultan Kösen, Mardin doğumlu bir Türk vatandaşı. 251 cm boyuyla Guinness Rekorlar Kitabı’na “dünyanın en uzun yaşayan insanı” olarak geçti. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, onun sadece biyolojik bir “istisna” olarak görülmesi değil; bu farklılığın sosyal yapılar içinde nasıl anlam kazandığıdır.
Toplumlar genellikle “normal” beden ölçülerine göre inşa edilmiş normlarla işler. Bu durum, engellilik, farklılık veya fiziksel sıra dışılıklar söz konusu olduğunda bireyleri hem görünür kılar hem de dışlayabilir. Sultan Kösen’in hikâyesi, tıpkı beden politikaları ve görünürlük tartışmalarında olduğu gibi, bireysel bir durumdan öte, sosyal kabullerin aynası hâline gelir.
Bourdieu’nun “habitus” kavramıyla açıklarsak; bireyin toplumsal çevresi, onun nasıl algılandığını ve kendisini nasıl ifade ettiğini şekillendirir. Sultan Kösen’in boyu, hem bir “mucize” hem de bir “ötekilik” olarak tanımlanmış; medyada genellikle “ilginçlik” ekseninde temsil edilmiştir. Bu da aslında toplumsal cinsiyet, sınıf ve ırk ilişkilerinde sıklıkla karşılaştığımız bir desendir: farkın “öteki” olarak kodlanması.
Toplumsal Cinsiyet: Erkeklik, Güç ve Kırılganlık Dengesi
Toplumsal cinsiyet rolleri, özellikle erkeklik kavramı etrafında şekillendiğinde, fiziksel güçle özdeşleştirilir. Uzun, güçlü, “büyük” erkek figürü tarih boyunca idealize edilmiştir. Ancak Sultan Kösen’in hikâyesi, bu klişeyi hem doğrular hem de kırar.
Kösen, fiziksel olarak “devasa” bir erkek olmasına rağmen, yaşamı boyunca sağlık sorunları, sosyal izolasyon ve işsizlik gibi sorunlarla mücadele etmiştir. Bu, toplumsal erkeklik normlarının –özellikle “güçlü olma” zorunluluğunun– ne kadar kırılgan temellere dayandığını gösterir.
Kadınların sosyal yapılardan kaynaklanan baskılara maruz kalması kadar, erkeklerin de “ideal erkek” beklentileri altında ezilmesi toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin çift yönlü doğasını ortaya koyar. Bir kadının güzellik normlarına uymaması nasıl yargılanıyorsa, bir erkeğin “toplumsal güç” kalıbına uymaması da benzer şekilde dışlanır. Sultan Kösen’in deneyimi, erkekliğin fiziksel güçle değil, dayanıklılıkla ve uyumla yeniden tanımlanması gerektiğini düşündürür.
Sınıf ve Ekonomik Sermaye: Görünür Olmak, Ama Erişememek
Toplumsal sınıf, bu hikâyede en az boy kadar belirgin bir faktördür. Mardin’in kırsal bir bölgesinde büyüyen Sultan Kösen, uzun süre eğitimine devam edememiş ve geçimini sağlayacak bir iş bulmakta zorlanmıştır. Küresel ölçekte tanınan bir isim olmasına rağmen, ekonomik güvencesizlikle mücadele etmiştir.
Bu, görünürlük ile ekonomik sermaye arasındaki uçurumu çarpıcı şekilde gösterir: Medya tarafından parlatılan figürlerin bile sistematik eşitsizliklerden kaçamadığı bir dünyada yaşıyoruz. Pierre Bourdieu’nun “sosyal sermaye” kavramı burada yeniden önem kazanır; tanınmışlık her zaman güç anlamına gelmez.
Bu bağlamda, Sultan Kösen’in yaşamı, özellikle kırsal kesimde doğan ve eğitim ya da sağlık hizmetlerine sınırlı erişimi olan bireylerin nasıl “görünür ama güvencesiz” bir pozisyona itildiğini hatırlatır. Bu, sadece bireysel değil, yapısal bir meseledir.
Irk ve Ulusal Kimlik: “Türk mü?” Sorusunun Ötesinde
“Sultan Kösen Türk mü?” sorusu, basit bir vatandaşlık sorgusu gibi görünse de, aslında toplumsal aidiyetin nasıl tanımlandığına dair daha derin bir meseleyi işaret eder. Evet, Sultan Kösen resmî olarak Türk vatandaşıdır, ancak Mardin’in etnik çeşitliliği düşünüldüğünde bu kimlik çok katmanlıdır.
Türkiye’nin doğusunda yaşayan bireyler, sıklıkla hem ulusal kimliğin hem de bölgesel stereotiplerin gölgesinde kalır. Irksal ve etnik farklılıklar, toplumsal algıda “biz” ve “onlar” ayrımını besler. Sultan Kösen’in uluslararası alanda “Türk” olarak temsil edilmesi, bir yandan ulusal gurur kaynağı olarak görülürken, diğer yandan iç politik düzlemde “yerel” kimliğin yeterince tanınmadığını düşündürür.
Bu, toplumların kimliği homojenleştirme eğiliminin bir sonucudur. Bir birey hem Türk hem Kürt hem de Mardinli olabilir; kimlik, tek bir kategoriye indirgenemez. Bu farkındalık, sadece ırksal değil, kültürel eşitlik için de temel bir adımdır.
Toplumsal Duyarlılık ve Empati: Farklılıkla Birlikte Yaşamak
Kadınlar ve erkekler, sosyal yapılardan farklı biçimlerde etkilenir. Kadınlar sıklıkla bedenlerinin nesneleştirilmesi ve toplumsal rollerin kısıtlayıcılığıyla mücadele ederken, erkekler de duygusal bastırma ve güç gösterme beklentilerinin yükünü taşır.
Bu noktada empati, sadece “anlamak” değil, “dönüştürmek” anlamına gelir. Kadınların toplumsal eşitsizliklere karşı gösterdiği duyarlılık, erkeklerin çözüm üretme yönündeki çabalarıyla birleştiğinde, sistemik dönüşüm mümkün hâle gelir. Ancak bu, herkesin kendi ayrıcalıklarını fark etmesiyle başlar.
Bir erkeğin Sultan Kösen’in hikâyesine bakarken “ben olsam nasıl hissederdim?” diye sorması kadar, bir kadının “ben bu sistemde nasıl görünür oluyorum ya da görünmez kılınıyorum?” diye düşünmesi de aynı derecede değerlidir.
Tartışmaya Açık Sorular
- Toplum, fiziksel veya kültürel olarak “farklı” bireylere gerçekten eşit davranabilir mi?
- Medyanın “istisnai” bedenleri sergileme biçimi, empati mi yaratıyor yoksa merak objesi mi üretiyor?
- Erkeklik tanımı güçle, kadınlık tanımı ise incelikle özdeşleşmişken, bu ikiliyi nasıl dönüştürebiliriz?
- Ulusal kimlik, bireyin etnik veya kültürel kimliklerini bastırmadan nasıl yeniden tanımlanabilir?
Sonuç
Sultan Kösen’in hikâyesi, yalnızca “dünyanın en uzun insanı” olmanın ötesinde; toplumsal cinsiyet, sınıf, ırk ve kimlik arasındaki karmaşık ilişkileri görünür kılar. Onun hikâyesinde, hem bireysel mücadelenin hem de sistemik eşitsizliğin yankılarını duyarız.
Belki de asıl soru şu olmalı: Farklılıkları merak etmekle kalmayıp, onları anlayışla kucaklayan bir toplum olmayı ne zaman başaracağız?
Bir forumun samimi köşesinde, bir kullanıcı şöyle yazmıştı:
“Dünyanın en uzun insanı olarak bilinen Sultan Kösen Türk mü? Ve eğer öyleyse, onun hikâyesi bize toplumun farklı olan bireylere yaklaşımını nasıl anlatıyor?”
Bu soru sadece bir merak değil; aslında kimlik, görünürlük ve eşitsizlik üzerine derin bir tartışmanın kapısını aralıyor.
Kimlik ve Temsiliyet: Bir Bedenin Toplumsal Anlamı
Sultan Kösen, Mardin doğumlu bir Türk vatandaşı. 251 cm boyuyla Guinness Rekorlar Kitabı’na “dünyanın en uzun yaşayan insanı” olarak geçti. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, onun sadece biyolojik bir “istisna” olarak görülmesi değil; bu farklılığın sosyal yapılar içinde nasıl anlam kazandığıdır.
Toplumlar genellikle “normal” beden ölçülerine göre inşa edilmiş normlarla işler. Bu durum, engellilik, farklılık veya fiziksel sıra dışılıklar söz konusu olduğunda bireyleri hem görünür kılar hem de dışlayabilir. Sultan Kösen’in hikâyesi, tıpkı beden politikaları ve görünürlük tartışmalarında olduğu gibi, bireysel bir durumdan öte, sosyal kabullerin aynası hâline gelir.
Bourdieu’nun “habitus” kavramıyla açıklarsak; bireyin toplumsal çevresi, onun nasıl algılandığını ve kendisini nasıl ifade ettiğini şekillendirir. Sultan Kösen’in boyu, hem bir “mucize” hem de bir “ötekilik” olarak tanımlanmış; medyada genellikle “ilginçlik” ekseninde temsil edilmiştir. Bu da aslında toplumsal cinsiyet, sınıf ve ırk ilişkilerinde sıklıkla karşılaştığımız bir desendir: farkın “öteki” olarak kodlanması.
Toplumsal Cinsiyet: Erkeklik, Güç ve Kırılganlık Dengesi
Toplumsal cinsiyet rolleri, özellikle erkeklik kavramı etrafında şekillendiğinde, fiziksel güçle özdeşleştirilir. Uzun, güçlü, “büyük” erkek figürü tarih boyunca idealize edilmiştir. Ancak Sultan Kösen’in hikâyesi, bu klişeyi hem doğrular hem de kırar.
Kösen, fiziksel olarak “devasa” bir erkek olmasına rağmen, yaşamı boyunca sağlık sorunları, sosyal izolasyon ve işsizlik gibi sorunlarla mücadele etmiştir. Bu, toplumsal erkeklik normlarının –özellikle “güçlü olma” zorunluluğunun– ne kadar kırılgan temellere dayandığını gösterir.
Kadınların sosyal yapılardan kaynaklanan baskılara maruz kalması kadar, erkeklerin de “ideal erkek” beklentileri altında ezilmesi toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin çift yönlü doğasını ortaya koyar. Bir kadının güzellik normlarına uymaması nasıl yargılanıyorsa, bir erkeğin “toplumsal güç” kalıbına uymaması da benzer şekilde dışlanır. Sultan Kösen’in deneyimi, erkekliğin fiziksel güçle değil, dayanıklılıkla ve uyumla yeniden tanımlanması gerektiğini düşündürür.
Sınıf ve Ekonomik Sermaye: Görünür Olmak, Ama Erişememek
Toplumsal sınıf, bu hikâyede en az boy kadar belirgin bir faktördür. Mardin’in kırsal bir bölgesinde büyüyen Sultan Kösen, uzun süre eğitimine devam edememiş ve geçimini sağlayacak bir iş bulmakta zorlanmıştır. Küresel ölçekte tanınan bir isim olmasına rağmen, ekonomik güvencesizlikle mücadele etmiştir.
Bu, görünürlük ile ekonomik sermaye arasındaki uçurumu çarpıcı şekilde gösterir: Medya tarafından parlatılan figürlerin bile sistematik eşitsizliklerden kaçamadığı bir dünyada yaşıyoruz. Pierre Bourdieu’nun “sosyal sermaye” kavramı burada yeniden önem kazanır; tanınmışlık her zaman güç anlamına gelmez.
Bu bağlamda, Sultan Kösen’in yaşamı, özellikle kırsal kesimde doğan ve eğitim ya da sağlık hizmetlerine sınırlı erişimi olan bireylerin nasıl “görünür ama güvencesiz” bir pozisyona itildiğini hatırlatır. Bu, sadece bireysel değil, yapısal bir meseledir.
Irk ve Ulusal Kimlik: “Türk mü?” Sorusunun Ötesinde
“Sultan Kösen Türk mü?” sorusu, basit bir vatandaşlık sorgusu gibi görünse de, aslında toplumsal aidiyetin nasıl tanımlandığına dair daha derin bir meseleyi işaret eder. Evet, Sultan Kösen resmî olarak Türk vatandaşıdır, ancak Mardin’in etnik çeşitliliği düşünüldüğünde bu kimlik çok katmanlıdır.
Türkiye’nin doğusunda yaşayan bireyler, sıklıkla hem ulusal kimliğin hem de bölgesel stereotiplerin gölgesinde kalır. Irksal ve etnik farklılıklar, toplumsal algıda “biz” ve “onlar” ayrımını besler. Sultan Kösen’in uluslararası alanda “Türk” olarak temsil edilmesi, bir yandan ulusal gurur kaynağı olarak görülürken, diğer yandan iç politik düzlemde “yerel” kimliğin yeterince tanınmadığını düşündürür.
Bu, toplumların kimliği homojenleştirme eğiliminin bir sonucudur. Bir birey hem Türk hem Kürt hem de Mardinli olabilir; kimlik, tek bir kategoriye indirgenemez. Bu farkındalık, sadece ırksal değil, kültürel eşitlik için de temel bir adımdır.
Toplumsal Duyarlılık ve Empati: Farklılıkla Birlikte Yaşamak
Kadınlar ve erkekler, sosyal yapılardan farklı biçimlerde etkilenir. Kadınlar sıklıkla bedenlerinin nesneleştirilmesi ve toplumsal rollerin kısıtlayıcılığıyla mücadele ederken, erkekler de duygusal bastırma ve güç gösterme beklentilerinin yükünü taşır.
Bu noktada empati, sadece “anlamak” değil, “dönüştürmek” anlamına gelir. Kadınların toplumsal eşitsizliklere karşı gösterdiği duyarlılık, erkeklerin çözüm üretme yönündeki çabalarıyla birleştiğinde, sistemik dönüşüm mümkün hâle gelir. Ancak bu, herkesin kendi ayrıcalıklarını fark etmesiyle başlar.
Bir erkeğin Sultan Kösen’in hikâyesine bakarken “ben olsam nasıl hissederdim?” diye sorması kadar, bir kadının “ben bu sistemde nasıl görünür oluyorum ya da görünmez kılınıyorum?” diye düşünmesi de aynı derecede değerlidir.
Tartışmaya Açık Sorular
- Toplum, fiziksel veya kültürel olarak “farklı” bireylere gerçekten eşit davranabilir mi?
- Medyanın “istisnai” bedenleri sergileme biçimi, empati mi yaratıyor yoksa merak objesi mi üretiyor?
- Erkeklik tanımı güçle, kadınlık tanımı ise incelikle özdeşleşmişken, bu ikiliyi nasıl dönüştürebiliriz?
- Ulusal kimlik, bireyin etnik veya kültürel kimliklerini bastırmadan nasıl yeniden tanımlanabilir?
Sonuç
Sultan Kösen’in hikâyesi, yalnızca “dünyanın en uzun insanı” olmanın ötesinde; toplumsal cinsiyet, sınıf, ırk ve kimlik arasındaki karmaşık ilişkileri görünür kılar. Onun hikâyesinde, hem bireysel mücadelenin hem de sistemik eşitsizliğin yankılarını duyarız.
Belki de asıl soru şu olmalı: Farklılıkları merak etmekle kalmayıp, onları anlayışla kucaklayan bir toplum olmayı ne zaman başaracağız?